Beyrut ey Beyrut, halkların dillerin kültürlerin ve inançların harmanlandığı Beyrut.
Zamanın uçsuz bucaksız ufkunda kaybolmayan şehirler vardır. Yazgısı kurulduğu gün biçimlenen ve asla gözden düşmeyen şehirler.
Beyrut, uzun zamandır gidip görmek istediğim bir şehirdi. Beyrut’ta ikamet eden Kürd aile dostlarımızda davet edince fırsat bu fırsat deyip yola koyuldum. Beyrut’ta indiğim anda ılık bir Meltem yeli hoş geldin dercesine yüzümü okşadı adeta. Havaalanından eve doğru giderken ilk gözüme çarpan Beyrut’un dağlık bir alana kurulduğuydu, Yüksek tepelerden evlerin binaların, rezidansların içinden rengarenk Işık’lar sızıyordu, renk cümbüşüydü adeta. Eski Beyrut denen şehir merkezinde bir mahallede oturuyordu dostlarım.
Sabah erkenden uyandırıldım ben tembellik yapıp biraz daha uyumak istediğimi söyleyince evin hanımı Nemire kalk kahvaltı yapıp dışarı çıkacağız insan Beyrut’ta gelip uyur mu diye tatlı bir fırça attı. Kahvaltıda çeşit çeşit muhteşem Beyrut tatları mevcuttu, Uzun yıllar Hewlêr’de yaşadığım için Lübnan yemek tatlarına alışkındım zaten.
Beyrutlular oldukça lezzetli bir mutfağa sahipler. Birbirinden güzel değişik kahvaltı çeşitleri, yerel mezeler, her biri mutlaka denemeye değer! Hele o humus… Ah humus ah… (Hewlêr’de restoranların ve eğlence merkezlerinin çoğu Lübnan’lı işletmecilerin.)
Dışarı çıktık, mahalle eski enfes bir mimari ile bize merhaba dedi, binaların muhteşem mimarisi cadde ve sokakların düzenli oluşu büyüleyiciydi. En çok Dikkatimi çeken diğer Ortadoğu ülkelerinden farkı çeşitli endemik bitkilerin, zakkumlar ve begonvillerin dolup taştığı sakakları çok temiz ve düzenli oluşuydu, her sokağı ayrı bir güzellik sunuyordu. Yerde bir çöpe rastlamak mümkün değildi. Hele sokaktaki insanların Güleryüz’ü herkesin herkese günaydın demesi insana güven duygusunu aşılıyordu.
Oldukça uzun sahil yolunda bir taraftan yeşilliklerle ve diğer taraftan modern binaların arasından geçtik. Ramazan ayı olmasına rağmen kafeler lokantalar açıktı, sanki bir Avrupa başkentinde dolaşıyorduk. İç savaşın yıktığı Beyrut, büyük çapta yeniden yapılandırılmış. Savaş sonrası Lübnan’ın inşası Lübnanlı özel şirketlerin öncülüğünde hız kazanmış. Başkentteki oteller, ofisler, ticari merkezler, yerleşim birimleri, kiliseler ve camilere yönelik restorasyon çalışmalarında, tarihi eserlerin orijinalliği muhafaza edilmiş, yüzyılların tanıkları olan eserlere gereken hassasiyet gösterilmiş savaşın izleri hemen hemen silinmiş. Bazı ülkeler gibi iç savaşta takılıp kalmamış. Beyrut sürekli turizm para akışı sayesinde kendini yenilemiş kendisini yeniden inşa etmiş. Elbete şehrin En temel ve kozmopolit özelliği bir liman şehri olması ve tarih boyunca dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biri olup pek çok medeniyetle iç içe global bir merkez özelliği taşımasıdır. Finans, bankacılık reklamcılık, lojistik özellikleri değerlendirildiğinde Beyrut, küreselleşme ve dünya kentleri araştırma ağı tarafından bir Beta dünya kenti olarak seçilmiştir. Ortadoğu’nun İsviçre’si olarak turizm sektöründeki yerini almış. Bunun hakkını fazlasıyla veriyor bu güzel şehir.
Halkların ve dinlerin başkenti Beyrut, Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar ve diğer inanıştan herkes var, zaman içinde birbirilerine içten hoşgörüyle yaklaşmayı öğrenmişler. Kimse ne etnik ne de dini inancından dolayı ötekileştirilmiyor. Konuştuğum Kürtler burada kendilerini özgür hissettiklerini bir Lübnanlı ile aynı haklardan yararlandıklarını yasalar önünde eşit olduklarını söylüyordu, çoğu Kürd çok uzun zaman önce buraya gelmiş ve kendilerini Lübnan’la hissettiklerini söylüyorlardı , Kürtçeyi kendi aralarında konuşuyorlar geleneklerini yaşatıyorlardı. Gözümüz dört parça Kürdistan’da oradaki her kazanım bizi mutluluğa boğuyor diye ifade ediyorlardı.
Beyrut’ta dikkatimi çeken lüks otellerin hepsinde Kurdistan bayrağının oluşuydu, yarı devlet olmamıza rağmen Kürdistan bayrağını her yerde görmek müthiş bir duyguydu.
Dostlarım ünlü Liban otele kahvaltıya götürdü
Geniş uzun terasında yüzlerce bayrak arasından geçince gözüm Kurdistan bayrağını arıyordu göremeyince surat astım, niye burada yok diye sorduğumda dostlarım, vardı aslında niye kaldırılmış bilmiyoruz dediler. Kahvaltıdan sonra Beyrut’un eşsiz manzarasının birkaç fotoğraflarını çekeyim diye dışarı çıktım, sakin otel sokağında kediler uyukluyor yumuşak rüzgâra kuşların sesleri karışıyor. Bana yeryüzünün en güzel coğrafyasında olduğumu hissettiriyordu. Biraz sahili ve görkemli dağların fotoğrafını çekip geri dönüyordum ki Ala rengin beliriveriyor önümde, o an’da yüzümde adeta Kurdistan’ın tüm çiçekleri açıldı, bayrağa doğru giderken hafif bir esinti hissettim yakından fotoğrafını çekeyim diye ona doğru yürürken onca bayrak içinde Ala rengin adeta gülümseyerek tamamını göreceğim şekilde açıldı. Mistik bir olay mı bana mı öyle geldi bilmiyorum ama bunu yaşadım. Bayrakla adeta beyinsel dans ediyorduk. Hayatım boyunca bu anı unutmayacağım.
Aydınlık gökyüzü yerini geceye bırakırken hiç tarzım olmamasına rağmen dostlarım Beyrut gecelerini görmelisin diye bir eğlence mekanına götürdüler. Oldukça lüks bir mekana gittik, mekan oldukça şık, düzenli loş Işık’larla aydınlatılıyordu. Mekan tıklım tıklımdı itiraf edeyim, ben böyle bir şey beklemiyordum. Oldukça bakımlı ve güzel kadınları olan, tam tersi yakışıklılığa sahip zengin erkekleri defile izler gibi izlemeye başladım.
Lübnan’lı sanatçıların bestecilerin müziğe damga vuran ezgilerini dinliyordum kımıldamadan, müziğin insanın ruhunu işleyen melodileri mekandaki herkesi sarıp sarmaladı, burda kadını erkeği hep birlikte dans edip eğleniyordu, kımıldamadan oturup izlediğim için durgun ve şaşkın halim bir sanatçının ilgisini çekmiş olmalı ki masamıza geldi neyiniz var iyi misiniz? diye sordu, ailem o Kürdistan’dan geldi misafir bizim kültürü tanıtıyoruz deyince sanatçı jest olsun diye Şemameden başlayıp oy Kürdistan Kürdistan navê te çi şêrîne parçalarını söyledi ardından Kürdistan’a özgürlük diye bitirdi. Gece herkesin evine mutlu döndüğü bir şehir olup çıkıveriyor yine Beyrut.
Beyrut rüya gibi bir şehir. Her sokağı her caddesi insanı şaşırtıyor, eskiyle yeninin harmanlanmasını mükemmel bir biçimde yapmışlar.
Sabah Harissa denilen ünlü Meryem ana heykelinin olduğu dağa çıktık,
Dağdaki heykel Rio’daki İsa Heykeli’nin Meryem ana versiyonudur. Yan tarafında modern yapılı Maronit Kadetrali bulunuyordu. Beyaz renkli heykelin Lübnan’ın koruyucusu olduğuna inanılıyor. Muhteşem Jounieh koyunu izlemeye doyum olmuyordu. Eski zamanların inceliği ve zarafeti görsel bir şölen sundu adeta.
Ertesi gün Hizbullah’ın hakim olduğu Hayfa denilen oldukça büyük bir yerleşim birimine gittik, girişte kontrol noktası vardı ama kimlik vs bakmadılar (Lübnan’da hiçbir yerde kimlik kontrolüyle karşılaşmadım) ilk gözüme çarpan eski derme çatma binaların oluşuydu, caddeler sokaklar oldukça kalabalıktı, Beyrut’tun lüks kesimi gibi burada da lokanta kafeler açıktı, başı açık kapalı, şortlu çarşaflı aynı mekanda oturuyordu, burada da hoşgörü hakimdi.
Kürtleri sordum belli bir yerde mi ikamet ediyorlar diye hayır, Kürtler burda her tarafta yerleşmiş durumda şu Kürt bölgesi diyemeyiz dediler. Suriye’deki savaştan dolayı son yıllarda batı Kürdistan’dan Lübnan’a çok göç olmuş, Arapça biliyor olmaları buraya yerleşmelerindeki en büyük etkenmiş.
Beyrut’a yapılacak seyahatlerde büyük çoğunlukta, güvenlikle ilgili bir önyargı oluşmakta. İçiniz son derece rahat olsun, şehrin sokakları, caddeleri oldukça güvenli. İmkanınız olursa hem keyifli bir deneyim yaşamak hem de savaş sonrası tüm acılarına rağmen dimdik ayakta kalabilmiş müthiş bir şehre tanıklık etmek için en kısa sürede Beyrut’u ziyaret edin derim
Keyif kattığı günlük yaşamı ve bunu sanata çeviren felsefesi ve samimiyete dayanan kültürel gelenekleri ile Beyrut hafızamda yalnızca bir şehir olarak kalacak değil, unutulmayacak bir hatıra olarak da kazındı.